Karanlık Mod
03-05-2024
Logo
İslam Fıkhı – İslam’ın Simgesi Olan İbadetler – Hac ve Umre İbadetleri – Ders 01: Haccın Hükmü
  • İslam Fıkhı / 5.İslamın Simgesi Olan İbadetler
  • /
  • 5.HAC
   
 
 
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla  
 

 Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Sözünün eri ve dosdoğru olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e salât ve selam olsun. Allahım, senin bize öğrettiklerinden başka bir ilmimiz yoktur. Şüphesiz ki sen âlim ve hâkimsin. Allahım bize fayda verecek ilmi öğret, öğrendiklerimizden de faydalanabilmeyi nasip et. İlmimizi arttır, hakkı hak olarak göster ve ona itaat etmekle rızıklandır, batılı da batıl olarak göster, ondan sakınmakla bizi rızıklandır. Bizi, sözü işitip güzel bir şekilde itaat edenlerden eyle, rahmetinle bizi salih kullarınla beraber cennetine koy.
  Mümin kardeşlerim, değerli kardeşlerimizden bazıları, bu dersin konusunun Allah Teâlâ’nın farz kıldığı hac ibadetinin hikmetleri ile ilgili olmasını istedi. Cuma günkü vaazda bunların bir kısmından bahsettim. Şimdi bu isteği yerine getiriyorum ve bu dersin çoğunu veya bir kısmını, duruma göre hac ibadetine ayırıyorum.
İlk olarak diyorum ki; İslam, Akaid (inanç) ve Fıkıhtır (hukuk). Cenab-ı Allah bunu bir ayette özetlemiştir. Şöyle ki:

﴿قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ ﴾

( سورة الكهف: من آية " 110 " )

“De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Ne var ki) bana, ‘Sizin ilâh’ınız ancak bir tek ilâhtır” diye vahyolunuyor.”

(Kehf Suresi: 110)

  Bu inanç “Allah’tan başka ilah yoktur” (demektir). Ne kadar çok baskı uygularsanız uygulayın, Allah’ın şu sözü her şeye nokta koymuştur:

﴿فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ ﴾

( سورة محمد: من آية " 19 " )

“Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.”

(Muhammed Suresi: 19)

 

 Bu yüzden âlimler der ki: İlmin sonu La ilahe İllallah’tır (Allah’tan başka ilah yoktur). O, dile kolay, hafif, ama mizanda, terazide ağır bir cümledir. İnce bir nokta vardır, dilerim Allah Teâlâ onu güzelce açıklayabilmemi nasip eder, ayeti anlamak başka bir şeydir, onun düzeyine çıkmak başka bir şeydir. Ayeti anlamak ile ayetin seviyesine ulaşmak arasında ne büyük bir fark vardır. Allah Teâlâ’nın şu sözünü anlarsınız:

﴿فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ ﴾

( سورة محمد: من آية " 19 " )

“Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.”

(Muhammed Suresi: 19)

Fakat eğer onun seviyesine ulaşırsanız, bu cümle ile iman edersiniz veya “La ilahe illallah” cümlesi sizi kesinlikle ve kesinle Allah’a itaate götürür. Davranışlarında kusur olanın, inancında da kusur vardır. Davranış ve tavırlarında günah olanın, Allah’tan başka ilah olmadığına olan inancı henüz tamamlanmamıştır. Eğer İslam’ı inanca göre sınıflandırırsak, bu inanç “La ilahe illallah” sözü ile nihayete erer. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

(( لا إِلَهَ إِلا اللَّهُ لا يَسْبِقُهَا عَمَلٌ وَلا تَتْرُكُ ذَنْبًا ))

( سنن ابن ماجة: عَنْ " أُمِّ هَانِئٍ " )

“La ilahe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur) cümlesini (fazilette) hiçbir amel geçemez ve o hiçbir günahı bırakmaz (affettirir)”

(İbn Mace Ümmü Hani’den nakletmiştir)

Bir yönden inancı terk ettiğimizde, şu ayetin delillendirdiği diğer bir yön olan ibadet vardır:

﴿قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً (110) ﴾

( سورة الكهف )

“De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Ne var ki) bana, ‘Sizin ilâh’ınız ancak bir tek ilâhtır” diye vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa  yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.”

(Kehf Suresi: 110)

 İslam’ın bir teorik yönü, itikadî yönü, düşünsel ve aklî yönü vardır ve bunların hepsi aynı anlamdadır. Bir de İslam’ın davranışsal, uygulamaya dayalı, amelî yönü vardır. Bu yüzden Rasulullah (s.a.v) bunu destekler mahiyette şöyle buyurmuştur:

 

(( تعلموا ما شئتم فوالله لن تؤجروا حتى تعملوا بما علمتم ))

“İstediğiniz kadar öğrenin, bildiklerinizle amel etmedikçe onların ecrini alamayacaksınız.”

Yine Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:

(( كل علمٍ وبالٌ على صاحبه ما لم يعمل به ))

“Bildiğiyle amel etmeyen kişinin tüm bilgisi ona vebaldir.”

  İslam’ın amel yönünü âlimler ikiye ayırmışlardır: İbadetler ve Muamelat (fıkhın ibadetler dışında kalan kısmı). Allah ile olan ilişkinizi ibadetler düzenlerken, insanlarla olan ilişkinizi ise fıkhın muamelat kısmı düzenlemektedir. Yani alış-satış hükümleri, evlenme ve boşanma, kiralama, ortaklık, mudarebe , muzaraa , musakat , vedia (emanet), lukata (buluntu mal), yeminler gibi konuların her ne kadar genişlese de, artsa ve bölümlere ayrılsa da hepsi muamelat kısmına girmektedir. Bunlar yaratılan varlıklarla olan ilişkilerinizdir.
  Allah ile olan ilişkiye gelince, onu ibadetler düzenler. İbadetlerin başında namaz bulunmaktadır. Namaz her zaman ve mekânda, hastalıkta, sağlıkta, zenginlikte, fakirlikte, yolculukta veya değilken her zaman vardır. İnsanın iki durum dışında namazı terk etmesi mümkün değildir. O iki durum ise baygınlık ve deliliktir. Kişi eğer ağır bir hastalığa yakalandıysa, namazını ima ile veya gözkapakları ya da gözü ile kılmalıdır. Az önce şöyle dedik: Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın bize emrettiklerinin bir kısmı ibadetler, bir kısmı ise muamelata dair emirlerdir. Muamelata dair hükümler genel olarak Allah’ın kitabı Kuran’ı Kerim ve Rasulullah (s.a.v.)’in sünnetinde mevcuttur. Bunların ayrıntılarına dair hükümleri ise müctehid âlimler, Kuran ve Sünnet’te bulunan delillerden çıkarırlar. İşte bu fıkıhtır. Fıkıh Kitab ve Sünnet’ten çıkarılan hükümlerdir. Yani içtihada dayalı hükümlerdir. Ama ibadetler, Allah Teâlâ’nın kullarını yükümlü tuttuğu amellerdir. Mesela namaz, “Namaz dinin direğidir, onu yerine getiren dinini de ikame etmiş olur.” Namazın amacı, Allah ile bağ kurmaktır. Oruç, “Umulur ki sakınırsınız” yine kişiyi Allah’a ulaştıran bir ibadettir. Namaz, bedenle yapılan bir ibadettir, oruç da aynı şekildedir. Ama zekât, mal ile yapılan bir ibadettir. Hacca gelince, o ise hem bedenle, hem mal ile, hem manevi, hem zamana ve mekana bağlı bir ibadettir. Zira belli bir vakitte yapılır. Öyle görünüyor ki hac, birçok sebeple seviye olarak ibadetlerin en üstünlerindendir…
 İlk olarak, Allah Subhanehu ve Teâlâ kâinatı, zatını, güzel isimlerini ve yüce sıfatlarını bize göstermek için yaratmıştır. Evren Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatlarının somutlaşmış halidir. Onun yüce isimlerinden bir tanesi el-Âlim’dir. O (c.c) Alim’dir, Hakim’dir, çok bağışlayıcıdır, her şeye kadirdir, her şeyi gören ve işitendir. Bu isimlerin hepsini evrene bakarak öğrenebilirsiniz. Zira evren Allah’ın yüceliğine dalalet etmektedir. İkinci bir şey de, eğer ibadetler ile alakalı doğru bir şekilde irdeleme ve kavrama yapabilirseniz bu derin kavrama, Allah Subhanehu ve Teâlâ’yı hakkıyla bilip tanımaya götüren bir yol olur.

Özet olarak hac şudur. Allah Teâlâ size diyor ki: “Ey kulum, bana gel! Namazı evinde, yaşadığın yerde, ailenle, yaşadığın toplumla birlikteyken kıl. Zekât için malından ver. Oruç için yeme içmeyi bırak. Fakat hac ibadeti için bana gel! Tıpkı Allah Teâlâ’nın Hz. İbrahim’in dili ile buyurduğu gibi:

﴿وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَى رَبِّي سَيَهْدِينِ (99) ﴾

( سورة الصافات )

“(İbrahim) şöyle dedi: “Ben Rabbime (O’nun emrettiği yere) gideceğim. O, bana yol gösterecektir.”

(Saffat Suresi: 99)

 İnsan ticaret, eğitim, dinlenme veya turizm amaçlı seyahate çıkabilir. Hac ise şekil olarak veya diğer bir yönden Allah Teâlâ’ya yapılan bir yolculuktur. “Bana gel, tüm dertlerini terk et, sırtına yük olan tüm arzularını bırak, bana gel. Geçim kaygısını kendi ülkende bırak bana gel, iş kaygısını, sağlık kaygısını yaşadığın yerde bırak bana gel.” Hacca gidenlerin çoğu bu gerçeği destekliyorlar. Bu, Allah Teâlâ’nın yüce hikmetidir; İnsanın yaşadığı yerde sırtına yük olan geçim, iş, aile veya sağlık kaygılarının hepsini ki hepsi eşittir, Allah Teâlâ donduruyor ve Kabe’deki misafirliğiniz süresince sizi hepsinden uzaklaştırıyor. İşte bu, insanın dünyanın sıkıntılarından sıyrılması için bir fırsattır. “Yüklerinden kurtul ve gel. Tüm sıkıntılarını bırak, bana gel ey kulum!” Bu ilahi bir emirdir. Evrenin yaratıcısı şöyle buyurmaktadır:

 

﴿وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً ﴾

( سورة آل عمران: من آية " 97 " )

“Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.”

(Al-i İmran Suresi: 97)

  Ailenizi, eşinizi, çocuğunuzu bırakırsınız, yolculuğun zorluklarına katlanırsınız, bu davete icabet etmek için on binler değerinde para harcarsınız. Sonrada gittiğiniz gibi dönersiniz, öyle mi? Allah hakkı için bu imkânsızdır. İnsanın evini, ailesini, ülkesini ve işini bırakıp, on binler ödeyip, Arafat’ta bedenen bulunmak veya Kâbe’yi tavaf etmek veyahut da Safa ve Merve arasında sa’y yapmak için tehlikelere, kalabalığa ve sıcağa tahammül etmesine inanamazsınız. Ama Allah Azze ve Celle’nin emri böyledir.
  Size der ki: “Bana gel, sana Allah’a yaklaşmanın lezzetini tattırayım. Bana gel, sevgimin tadını al, bana gel, Allah Teâlâ’nın her şey olduğunu, Allah Teâlâ dışındaki her şeyin batıl olduğunu ve her türlü bolluğun, refahın kesinlikle geçici ve fani olduğunu gör!”

Dikkat edin! Allah Teâlâ dışındaki her şey batıldır, her türlü bolluk kesinlikle geçicidir.

 Hac ömürde tek bir fırsattır. Bu fırsatta elde ettiklerinize göre, onu çok defa tekrarlayabilirsiniz. Öyleyse, Allah’ın yüceliğini sadece yarattıklarından keşfetmemelisiniz. Aynı zamanda koyduğu kanunlarda da ona ulaşabilirsiniz ama bu da tek yol değildir, ibadetlerde de O’nun yüceliğini kavrayabilirsiniz. Sadece namaz, oruç ve zekat ile değil, hac ile de O’na ulaşırsınız.

İnsan aşırı derecede dinden uzaksa, Kâbe’yi tavaf eden, sa’y yapan ve şeytan taşlayan hacıları gördüğünde, onların bu ibadetler ile eriştiği manevi hali anlayamaz, hac sadece varsayımlarından ibaret kalır. Öyleyse her şeyin başı şudur, Allah Teâlâ tıpkı evreni yarattığı –bu cümleye dikkat edin- ve onunla yüceliğini gösterdiği gibi, bu ibadeti emretmiş ve onunla yüceliğini göstermiştir. İkisi de aynı şeydir.
 Allah Azze ve Celle size şöyle buyuruyor: “Tüm dertlerini bırakıp bana gel!” Allah Teala size Mescid-i Haram’a gitmek için belli bir para harcamanızı emrediyor, O’nun için harcamanızı istiyor ki, Allah Teala’nın sizdeki değerini hissedebilesiniz. Bir insan sizi davet ettiğinde ve bu davet için belli sıkıntıları üstlendiğinizde o insana bir şey sunduğunuzu, ikram ettiğinizi düşünürsünüz. Ama Allah Teâlâ sizden çok çok daha zengindir…

 

﴿لَنْ يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَكِنْ يَنَالُهُ التَّقْوَى مِنْكُمْ ﴾

( سورة الحج: من آية " 37 " )

“Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır.”

(Hac Suresi: 37)

 Allah Teala size kaygılarınızın bulunduğu yerden, geçim kaygınızın, iş, aile ve sağlık kaygılarınızın olduğu yerden uzaklaşmanızı emrediyor ve şöyle buyuruyor: “Gel, yol ücretini, giriş ücretini, konaklama, yeme, içme, rehberlik ücretini öde.” Bu ödediklerinizle bir şey sunduğunuzu hissedersiniz, adeta Allah Azze ve Celle kendisine ulaşmanıza yardım etmekte, size O’na geldiğiniz için bir beraat ve bir gerekçe sunmaktadır. Öyleyse bu ibadetin hikmeti evinizden, ülkenizden, yaşadığınız yerden, ailenizden, eşinizden, çocuklarınızdan, işinizden, saygınlığınızdan, bulunduğunuz durumdan ve mevkiinizden ayrılmanızdır. Zira bunlar sizi mutlu eden şeylerdir. “Onların hepsini bırak bana gel!” Bu ilk manadır. Saydıklarımızı terk eder, yolculuğun sıkıntılarına katlanırsınız ve Allah katında bir değeriniz olduğunu hissedersiniz. Allah’a giden o yol sanki apaçık bir yol haline gelmiştir, semanın kapıları size açılmıştır ki Allah’a ulaşmak sizin için kolaylaşmıştır. Sanki Allah Azze ve Celle’nin nurları size yaklaşmıştır. Size takdir edilmiş dualar, çağırmalar gerçekleşmiştir, Allah’a yaklaşmak ve O’na varmak elde edilmesi kolay bir hal almıştır. İşte ilk mana budur.
Allah’a ulaşma görevini yüklenmeniz, O’na yakın olma nimetini de yüklenmeniz demektir. Sonra bunu yüklenmeniz Allah ile bağ kurmaktan mutlu olmaya götürecektir. İşte bu öncelikli manadır.
  Orada ihrama girmeye, Mescid-i Haram’a mikat yerlerinden ihramlı bir şekilde girmeye ve dikişli elbiselerimizi çıkarmaya gelince, eğer hacda kıyafet konusunda müsamahakâr davranılsaydı, birisi filancanın kıyafetiyle, diğeri filancanın elbisesiyle, kimisi pahalı bir kıyafetle, kimisi parlak renklerle, değerli bir dikimle yapılmış bir kumaşla gelirdi. İnsanlar arasında farklılık oluşurdu. Bakışlar insanların kıyafetlerine çevrilirdi. Ama Allah Teâlâ size iki parça beyaz, basit, dikişsiz bir kıyafet giymenizi emretmiş, bunu da tek bir şey için yapmıştır, o sebep de, insanların hepsi Allah katında eşittir, orada da öyle olmaları gerekir. Allah katında büyük ve küçük arasında, zengin ve fakir, hâkimiyeti olan ve tanınmayan kişiler arasında bir fark yoktur. Hepsi Allah katında eşittir. Sanki Allah Teâlâ size şunu hissettirir: Ey kulum, bir son yolculuk vardır, o yolculukta bütün sahte maskeler çıkarılır. Malınızı, makamınızı, ailenizi terk edersiniz. Aynı şekilde eş ve çocuklar da terk edecekleriniz arasındadır. Kendi ülkenizde sizi farklı yapan her türlü özelliğinizden kurtulmalısınız. Öyleyse, hac son yolculuktan önceki seferdir.
  Son yolculukta her şeyi geri dönüşsüz bir şekilde bırakırsınız, o ayrılış, geri dönüşü olmayan bir ayrılıştır. Fakat sondan önceki yolculuk dönüşü olan belli bir zamanla sınırlı bir ayrılıktır. Dönüşü olmayan o son yolculuğa bir alıştırma yapmak için, dünya sizi bırakmadan önce siz onu bırakın. O sizi terk etmeden siz onu terk edin. O sizi üzerinden sıyırmadan, siz onu sıyırın ve onunla karşı karşıya gelmeden önce hakikati anlayın. İşte sizin hacminiz budur, zayıf, fakir bir kul! Saçı başı dağınık, üstü başı tozlu, bir çok kapıdan kovulmuş kişi Arafat’ta Allah Teâlâ’nın geniş torağında vakfe yapar veya Kâbe’yi tavaf eder veyahut da Safa ve Merve arasında sa’y yapar. Sizin hacminiz küçük, değersiz bir kulsunuz. Ama hac, tabiri caizse insanın hacmini arttırır, ona hakikati gösterir. Tıpkı Allah Teâlâ’nın ayette buyurduğu gibi:

﴿وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادَى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ ﴾

( سورة الأنعام: من آية " 94 " )

“Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz.”

(Enam Suresi: 94)

 Geçim derdini bırakıp yolculuğun meşakkatine katlanıp tüm süsünüzü üzerinizden atmanız, bunların hepsi o kavuşmanın mükemmelliği için bir hazırlıktır. Çünkü insan ülkesinde namaz kılar, şeklen bir namaz kılar ama kaygıları, sorunları veya dünyası, malı, mevkii onu namazından alı koyar. Fakat Allah Azze ve Celle size hacda nefsinize karşı yardım eder ve der ki: Bana gel, sırtına yük olan, sana ağır gelen günahlarını senden alayım. Şöyle ki “Kul Allah Teâlâ’ya döndüğü zaman bir haberci yeryüzü ve gökyüzünde ilan eder, varlıklar “Allah ile sulh yaptı” diyerek onu tebrik ederler.”… Her hangi bir şekilde veya hac ibadeti ile (O’na dönmek) Allah ile barış yapmaktır, ayrıntılı bir tanımla o Allah ile yapılan bir sulhtur.
  Bazen makam sahibi bir insanla barıştığınızda sevinçten uyuyamazsınız. Bazen kişi eşi ile barışır ve şöyle der: “kâbusum sona erdi.” Veya eşi onunla barıştığında size şöyle der: “Kardeşim, Allah’a hamdolsun işler yoluna girdi.” Peki göklerin ve yeryüzünün Rabbi olan Allah ile barıştığınızda nasıl olur?! Her şeyin gücü kudretinde olan Allah ile barıştığınızda ki yaşamınızın da ölümünüzün de emri ona aittir, eğer O’nunla barışırsanız, mübarek olsun! İşte hac, Allah ile sulh yapmaya sebep olan bir hükümdür.

Fakat değerli kardeşlerim, kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim, önceki Akaid derslerinde zikrettiğimiz gibi, evrende Vacibu’l-Vücud (varlığı zorunlu olan), mümkinu’l-vücud (varlığı mümkün olan) ve varlığı imkânsız olan varlıklar vardır. Allah Subhanehu ve Teâlâ varlığı zorunlu olandır. Bizler varlığı mümkün olan varlıklardanız. Varlığı imkânsız olan şeylere gelince, mesela Allah ile beraber başka bir ilahın bulunması, varlığı imkânsız olan bir şeydir. Yine öyle bir ilaha yönelmeniz ve onun da size ikramda bulunması varlığı imkânsız bir olgudur.
 “Yeryüzünde benim evlerim, mescitlerdir. Orada beni ziyaret edenler mescitleri imar edenlerdir. Evinde güzelce temizlendikten sonra evime beni ziyarete gelen kula müjdeler olsun. Ziyaretçiye ikram etmek ziyaret edilenin şanındandır.”
  Allah’ın evine giden kişi, oraya sadece haccı arzulayarak, dünya kırıntılarından hiçbir şeyi istemeyerek gider. Bu şekilde giderseniz, eli boş dönmeniz Allah Teâlâ için imkânsız bir şeydir. Aksine ülkenize Allah Teala sizi onarmış olduğu halde dönersiniz, kırıklarınızı onarır, isteklerinizi gerçekleştirir ve size din ve dünya işlerinizde yardım eder.
Bu makama uygun bulduğum bir benzetme vardır. Siz sanki oraya gittiğinizde, şöyle ki…

(( مَنْ حَجَّ لِلَّهِ فَلَمْ يَرْفُثْ وَلَمْ يَفْسُقْ رَجَعَ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ ))

( صحيح البخاري: عن " أَبَي هُرَيْرَةَ " )

“Kim Allah için hacceder de (Allah’ın rızasına uymayan) kötü söz ve davranışlardan ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, annesinden doğduğu günkü gibi (günahlarından arınmış olarak hacdan) döner.”

(Buhari Sahih’inde Ebu Hureyre’den nakletmiştir)

  Sanki Allah ile beraber yeni, beyaz bir sayfa açılır, hesap sona erer, bağışlanma dairesine girer, her halükarda eski hesabınız kapanır. Beyaz bir sayfa açılır. Bir mümin için Allah ile yeni bir sayfa açmaktan daha büyük bir his var mıdır? Şimdi günahlarınızdan annenizden doğduğunuz gün gibi arınsanız, bu duygu tatmayanın bilemeyeceği bir duygudur. O duygular Allah Teâlâ’nın sizi bağışlamasıdır ve bağışlanma tatmayanın bilemeyeceği bir duygudur.
  Başka bir konuya gelirsek, öyle görünüyor ki hac şeklen, büyük bir kısmı tamamen duadan oluşan bir ibadettir. Kudüm tavafında , Safa ve Merve arasındaki sa’yda, Mina’da ikamet etmede, Arafat’ta vakfede, Müzdelife’de, Akabe Cemresini taşlama esnasında, ifada tavafında , Kurban Bayramı günü, teşrik günlerinde Mina’da, ilk cemreyi, ikinci cemreyi ve büyük cemreyi taşlamada ve nihayet veda tavafında, hepsinde dua vardır. Tıpkı Rasulullah (s.a.v.)’n buyurduğu gibi:

(( الدعاء هو مخ العبادة))

“Dua ibadetin özüdür.”

İbadetin özü duadır. Allah’a dua ettiğinizde, muhakkak cevap verilir. Eğer kendi ülkenizde ettiğiniz dua kabul ediliyorsa, Allah’ın evinde ettiğiniz dua nasıl bir duadır? Bir  insanın evine misafir olduğunuzda, ondan ihtiyacınız olan bir şeyi istediğinizde, kesinlikle inanıyorum ki, yüzde yüz o isteğinizi yerine getirir. Çünkü siz onun evindesinizdir. Onun ikramına, onun misafirperverliğine muhatapsınızdır. Öyleyse Allah’ın misafiri olma, Rahmanın misafiri olma duygusu, işte bu duygu coşkulu bir duygudur. Allah’ın evinde, Kâbe’deyken bu duyguyu hissedersiniz.
 Başka bir şey daha vardır. Oraya gittiğinizde, Kâbe’yi sizin haccettiğinizi hissetmemelisiniz. Hayır, Allah Azze ve Celle’nin evini ziyaret etmenize müsaade ettiğini düşünmelisiniz. O evini ziyaret etmekte size yardım ederek sizi onurlandırmış ve üstün kılmıştır. Bu duygu hacceden kişide açık bir şekilde var olmalıdır. Çünkü şöyle dediğinizde: “Ya Rabbi, Sen beni Kâbe’yi ziyaret ile onurlandırdın, bu senin cömertliğindir,” muhakkak ki Allah size onu ziyaret etmeyi ikram etmiş, kalbinize tecelli etmiştir.
  Bu yüzden bu Allah’ın hacı olan kimseye sunduğu bir haldir. Size az bir kişiye bu yapılır diyemem. Hayır, vallahi tüm hacılar için böyledir. Çünkü Allah’ın rahmeti ve fazileti her kuluna yetecek kadar geniştir. Sadece bir şartla, o şart da hacca yapılan yolculuğun samimi olmasıdır. Asla onda şöhret veya gösteriş olmamalıdır. Süs, ihtişam, ticaret, iş, ikamet etme ve bunlar gibi hiçbir amaç olmamalıdır. Hedef samimi olarak Allah rızası olduğu zaman, Allah Subhanehu ve Teâlâ size hayatınız boyunca unutamayacağınız bir ikramda bulunacağını garanti etmektedir. Kâbe’yi tavaf ettiğinizde, Allah’a şöyle dua edersiniz: “Rabbim, bize dünyada da, ahirette de iyilik ver, bizi cehennem azabından koru.”
Ne kaldı? Dünyada da ahirette de iyilik, şu dua da Rasulullah (s.a.v.)’in yapmayı tercih ettiği bir duadır:

((اللهم إنك عفوٌ كريم تحب العفو فاعفُ عني يا كريم))

“Allahım sen affedicisin, ikram sahibisin, affı seversin, beni de affet.”

O sizi affetmeyi sever, siz de affı ondan isteyensiniz. Öyleyse, az önce de dediğimiz gibi affı hissetmelisiniz: Senin için Allah ile beraber yeni beyaz bir sayfa açılır. Şöyle dediğinizde:

(( اللهم أصلح لي ديني الذي هو عصمة أمري، وأصلح لي دنياي التي فيها معاشي، وأصلح لي آخرتي التي إليها مردي ))

“Allahım, dinimi doğru kıl, o benim işlerimin ismetidir. Dünyamı da doğru kıl, hayatım onda geçmektedir. Ahiretimi de doğru kıl, dönüşüm orayadır.”

Ve şöyle dediğinizde:

((واجعل الحياة زاداً لي من كل خير ))

“. Hayatı benim için her hayırda artma (vesilesi) kıl.”

 Hayat benim için hayırda artma vesilesi olduğu sürece beni yaşat ey Rabbim…

(( واجعل الموت راحةً لي من كل شر ))

“Ölümü de her çeşit şerden (kurtularak) rahat(a kavuşma) kıl.”

 Hayatınızın da, hayatınızın nihayete ermesinin de hayır olduğunu hissedersiniz. Beytullah’da yapılan bu dualar veya Rasulullah’ın kabrinde yapılan dualarda bir yakıcılık hissedersiniz. Yaşadığınız yerde binlerce kez bu duaları etseniz de onun tadını alamazsınız. Ancak O’nun evindeyken, O’nun misafiriyken bunu hissedersiniz. Tavafta dua ile onun ikramı, cömertliği ile karşı karşıya kalırsınız. Haceru’l-Esved’e vardığınızda, Rasulullah (s.a.v.) Haceru’l-Esved’i öpmüş ve çok ağlamıştı. İbn Ömer şöyle diyor:

(( اسْتَقْبَلَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْحَجَرَ ثُمَّ وَضَعَ شَفَتَيْهِ عَلَيْهِ يَبْكِي طَوِيلا ثُمَّ الْتَفَتَ فَإِذَا هُوَ بِعُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ يَبْكِي فَقَالَ: يَا عُمَرُ هَاهُنَا تُسْكَبُ الْعَبَرَاتُ ))

( سنن ابن ماجة )

“Resulullah (s.a.v.) Haceru’l-Esved’e yöneldi, sonra dudaklarını üzerine koyup uzun müddet ağladıktan sonra ayrılırken bir de baktı ki Ömer ibn Hattab yanı başında, o da ağlıyor. Bunun üzerine Peygamberimiz ona şöyle söyledi: ‘Ey Ömer! İşte burada gözyaşları dökülür.”

(İbn Mace, Sünen)

Âlimler Haceru’l-Esved’in Allah’ın yeryüzündeki yemini olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Bu yüzden de onu öperken şöyle dua edersiniz:

(( بسم الله الله أكبر، اللهم إيماناً بك، وتصديقاً بكتابك، واتباعاً لسنة نبيك صلى الله عليه وسلم، ووفاءاً بعهدك، وعهداً على طاعتك ))

“Yüce Allah’ın adıyla. Allah’ım, Sana inandım, kitabını kabul ettim. Senin nebin Muhammed Mustafa (s.a.v.)’nın sünnetine tabi oldum. Sana verdiğim sözü tutuyorum, bozmadım. Sana verdiğim itaat sözünü tuttum.”

  Fakat değerli kardeşlerim; Dilerim kendisine Haceru’l-Esved’i öpmek nasip olan herkes, ömrü boyunca bu amelini unutmaz. Ne zaman bir eksiklik hissetse, Haceru’l-Esved’i öptüğünü hatırlar. Ki Allah Azze ve Celle onunla itaat edeceğine dair sözleşme yapmıştır. Peki, siz bu itaatin seviyesinde misiniz? Bu sözünüzü hatırlıyor musunuz? “Sana verdiğim itaat sözünü tuttum.” Tavaf sırasında her bir şavtı (bir turu) tamamladığınızda, Haceru’l-Esved’in önünde durur, önünde ona doğru yürürsünüz ve şöyle dersiniz: “Yüce Allah’ın adıyla. Allah’ım, Sana inandım, kitabını kabul ettim. Senin nebin Muhammed Mustafa (s.a.v.)’nın sünnetine tabi oldum. Sana verdiğim sözü tutuyorum, bozmadım. Sana verdiğim itaat sözünü tuttum.” Yedi şavttan oluşan bu tavaftan sonra, sa’y yapılacak yere varırsınız. Tıpkı Rasulullah (s.a.v.)’in buyurduğu gibi: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, Allah’ın başladığı ile başlarım.” Ve şu ayeti okursunuz:

﴿إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ أَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ أَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَا ﴾

( سورة البقرة: من آية " 158 " )

“Şüphesiz Safa ile Merve, Allah’ın (dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur.”

(Bakara Suresi: 158)

 Yine tavafta da dua vardır. Allah Azze ve Celle size bazı yerler ve ona duaların refakat edeceği ameller, hareketler vermiştir. Peki, siz bu duanın seviyesinde misiniz? Bu yüzden, Kişi hacca niyet ettiğinde, benim tavsiyem, çokça dua ezberlemelidir. Çünkü orada kitabı açarsanız, duanın ihtişamı kaybolur. Maneviyatı gider. Orada bazı kişiler kitabı açıyor ve seslerini yükselterek dua okuyorlar. Tavaf ve sa’y yapanların da akıllarını karıştırıyorlar. Yine orada arkalarındaki eşlerinin tekrarlaması için yüksek sesle dua edenler vardır ama kadının sesi avrettir. Bu yüzden hacca gitmeden önce iyice öğrenin. Orada ezberden dua etmelisiniz. Öyleyse insan kendisini hacca gitmeden iki veya üç ay önceden hazırlamalıdır. Tüm duaları toplamalı, duaları aklından ve kalbinden okuyabilecek derecede ezberlemelidir. İşte o zaman Allah’a dönebilir. Fakat kitabı açtığında sayfalar yanlış açılacak ve değiştirecektir. Sonuç olarak Allah’a ulaşacağını zannettiği o güzel ruh hali, belki de ondan kaçıp gidecektir.
  Sonra öğrendiğiniz veya bu sihirli anahtarı tuttuğunuz zaman dua, en büyük silahtır. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) de öyle buyurmaktadır: “Dua müminin silahıdır.”
  Çünkü dua ile insanların en güçlüsünü bile yenebilirsiniz. Çünkü Allah Teâlâ sizinledir. (Rasulullah Hz. Ebu Bekir’e) demişti ki: “Ey Ebu Bekir, ikisinin üçüncüleri Allah’tır sence bu ne demektir? Bu konuda ne dersin?” Sizce Allah Teâlâ’nın bir insanla beraber olması ne demektir? Hacda Allah’a dua ettiğinizde, o dua yaşadığınız yerde de size arkadaş olacaktır. Her sorunla karşılaştığınızda, başınıza bir felaket geldiğinde, sıkıntı hissettiğinizde, hayali bir varlık gördüğünüzde, birisi sizi korkuttuğunda veya içinizi endişe ve hüzün kapladığında, tüm bu hallerde Allah Teâlâ’ya dua edin…

﴿وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ ﴾

( سورة غافر: من آية " 60 " )

“Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duânıza cevap vereyim.”

(Gafir Suresi: 60)

İhtiyacınız olanı Âdemoğlundan değil, kapıları hiç kapanmayandan isteyin
 Allah Teala istemeyi bıraktığınızda kızar ama ademoğlu istediğinizde öfkelenir.

 Kul kendisinden bir şey istediğinizde kızar. Ama Allah Teâlâ istemeyi bıraktığınız zaman gazap eder.
 Tavafta Makam-ı İbrahim’de iki rekât namaz kılınır. Hacıların çoğu orada, makamın arkasında namaz kılmakta ısrarcı davranırlar. Aşırı sıcak olan tavaf günlerinde bu mekân tavaf edenlerin önünde aşılmaz bir engel haline gelmektedir. Bununla beraber âlimlerin icması ile, tavaftan sonra Harem-i Şerif’in her yerinde iki rekat namaz kılınabilir. Fakat bazı insanlar bu makamda namaz kılmak için barikatlar koyuyorlar ve bazıları kalabalıkta kalıyor ve zorlanıyorlar. Bilinçsizce oraya giden bu insanlar Müslümanlara çok zarar veriyorlar.
  Şu konuda çok ısrar ediyorum, kişi hacca gitmeden önce iyice araştırmalıdır. Haccın ibadetlerini, vaciplerini, rükünlerini, sünnetlerini ve müstehaplarını biliyor mu? Bir sünneti yerine getirmek için büyük günah işleyebilir. Böyle hac olur mu? Haceru’l-Esved’i öpmek için onlarca Müslüman’a zarar veriyor. Rasulullah (s.a.v.) bunu mu emretmiştir? Öyleyse: “Haccetmeden önce öğrenin.”
 Kendi kendime dedim ki: Hac iki tür hazırlık gerektirir: Fıkhî hazırlık ve iç (manevi) hazırlık. Fıkhî hazırlık için büyük hac ibadetinin ve ona bağlı hükümlerini ayrıntılarıyla öğrenmek gerekir. Çünkü problemle karşılaşabilmektedir. (Bu ibadetin) hükmü nedir? (Kefaret için) Kurban gerekir mi? Şu amel sünnet midir, vacip midir? Onun için (kefaret) gerekir mi veya gerekmez mi? Bunların tüm kardeşlerimiz için gayet açık olması şarttır. Hepsinin hac hükümleri, rükünleri, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, edepleri, hikmeti ile ilgili yoğun dersler alması gerekir. Zira bu bilgiler hac ibadetini yerine getiren kardeşimiz için bir azık olacaktır. Manevi hazırlığa gelirsek, Allah’a tam ve doğru bir şekilde bağlanılmalı, tüm günahlardan tövbe edilmelidir. Tövbeniz, istikametiniz, doğru yolunuzdur. salih ameliniz, helal mal talep etmeniz, hac için yapabileceğiniz iç hazırlığınızdır. Bu yüzden Allah Azze ve Celle bir Kutsi Hadis’te şöyle buyurmaktadır:

(( إذا أصححت لعبدي جسمه، ووسعت عليه في المعيشة، فأتت عليه خمسة أعوام لم يَفِد إليَّ لمحروم ))

“Ben bir kulun bedenine sağlık, maişetine genişlik veririm de üzerinden beş sene geçtiği halde karşılığını vermezse (Kâbe’yi ziyaret etmezse) o kimse hayırdan mahrumdur.”

  İmam Busîrî (r.a.), Rasulullah (s.a.v.)’ı nitelerken şöyle diyor:

(Ey âlemlerin övünç kaynağı olan Allah Resulü!) Ulvi bir sancağın tek olarak yükseklere çıkarıldığı gibi, Sen de yükselmek için çağrıldığın ve Miraç’a davet edildiğin zaman, diğer bütün makamları kendine nispetle geride bıraktın.

Bu beyitte iki hakikat vardır. Bunların ilki; Kuran’ı Kerim’de bir ayette Allah Teâlâ Rasulullah (s.a.v.)’i kendisine izafe (nisbet) etmiş ve şöyle buyurmuştur:

﴿وَأَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللَّهِ يَدْعُوهُ ﴾

“Allah'ın kulu, O'na yalvarmaya (namaza) kalkınca”

(Cin Suresi: 19)

 Allah’ın kulu kimdir? O, Rasulullah (s.a.v.)’dir. Allah Teala O’nu kendisine izafe etmiştir. Busîrî de diyor ki:

(Ey âlemlerin övünç kaynağı olan Allah Resulü!) Ulvi bir sancağın tek olarak yükseklere çıkarıldığı gibi, Sen de yükselmek için çağrıldığın ve Miraç’a davet edildiğin zaman, diğer bütün makamları kendine nispetle geride bıraktın.

(Normalde) Allah Teâlâ Peygamberlere açık isimleriyle hitap etmekte ve onları isimleri ile çağırmaktadır…

﴿يَا زَكَرِيَّا إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ اسْمُهُ يَحْيَى ﴾

( سورة مريم: من آية " 7 " )

“(Allah, şöyle dedi:) “Ey Zekeriyya! Haberin olsun ki biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeliyoruz. Daha önce onun adını kimseye vermedik.”

﴿وَإِذْ قَالَ اللَّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ أَأَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونِي وَأُمِّيَ إِلَهَيْنِ مِنْ دُونِ اللَّهِ ﴾

( سورة المائادة: من آية " 116 " )

“Allah, kıyamet günü şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin, dedin?”

(Maide Suresi: 116)

 Fakat Allah Teâlâ Rasulullah (s.a.v.)’e iki isimle de hitap etmemiştir; “Ey Nebi” veya “Ey Rasul” dememiştir. O’na “Ey Muhammed” de dememiştir. İsmini, hakkında haber verirken, O’ndan bahsederken zikretmiş, O’na hitap ederken, çağrıda bulunurken kullanmamıştır. Zira şöyle buyurmuştur:

﴿مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ ﴾

( سورة الفتح: من آية " 29 " )

“Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetindirler."

(Fetih Suresi: 29)

﴿مَا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ ﴾

( سورة الأحزاب: من آية " 40 " )

“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir.”

(Ahzap Suresi: 40)

  Ama “Ya Muhammed” dememiştir…

(Ey âlemlerin övünç kaynağı olan Allah Resulü!) Ulvi bir sancağın tek olarak yükseklere çıkarıldığı gibi, Sen de yükselmek için çağrıldığın ve Miraç’a davet edildiğin zaman, diğer bütün makamları kendine nispetle geride bıraktın.

Bu hakikate kıyasla, Allah Teâlâ Kâbe-i Şerif’i de kendisine nisbet etmiş ve şöyle buyurmuştur:

﴿أَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ (125) ﴾

( سورة البقرة )

“Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.”

(Bakara Suresi: 125)

  Kâbe-i Şerif Allah Teâlâ’ya nisbet edilmiştir. Çünkü o, yeryüzündeki en mukaddes mekândır. Mescid-i Haram’da kılınan bir vakit namaz yüz bin rekât namaza eşittir. Bu, Subhanallah, çok somut bir şeydir. Çünkü insan bazen Allah ile bağlantı kurabilmek için çok büyük bir çabaya ihtiyaç duyar. Ama Beytullah’da az bir çaba ile bu bağ kurulabilir. Sanki Allah Teâlâ bütün perdeleri kaldırmıştır. Tıpkı Rasulullah (s.a.v)’den nakledilen şu kutsi hadiste zikredildiği gibi:

((إِنَّ اللَّهَ يُمْهِلُ حَتَّى إِذَا ذَهَبَ ثُلُثُ اللَّيْلِ الأَوَّلُ نَزَلَ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا فَيَقُولُ هَلْ مِنْ مُسْتَغْفِرٍ هَلْ مِنْ تَائِبٍ هَلْ مِنْ سَائِلٍ هَلْ مِنْ دَاعٍ حَتَّى يَنْفَجِرَ الْفَجْرُ ))

( من صحيح مسلم : عن " أبي هريرة " )

“Gecenin ilk çeyreğinde Allah Teâlâ dünya semasına iner ve “İstiğfar eden yok mu, tövbe eden yok mu, bir şey isteyen yok mu, dua eden yok mu” der, ta ki fecir vaktine kadar…”

(Müslim Sahih’inde Ebu Hureyre’den nakletmiştir)

Başka bir hadiste de şöyle nakledilmiştir:

(( يَنْزِلُ رَبُّنَا تَبَارَكَ وَتَعَالَى كُلَّ لَيْلَةٍ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا حِينَ يَبْقَى ثُلُثُ اللَّيْلِ الآخِرُ يَقُولُ مَنْ يَدْعُونِي فَأَسْتَجِيبَ لَهُ مَنْ يَسْأَلُنِي فَأُعْطِيَهُ مَنْ يَسْتَغْفِرُنِي فَأَغْفِرَ لَهُ ))

( صحيح البخاري : عن " أبي هريرة " )

 “Rabbimiz her gecenin son üçte birinde, dünya semasına iner ve şöyle nida eder; “Bana dua eden yok mu duasına icabet edeyim, benden isteyen yok mu ona vereyim, bağışlanma dileyen yok mu onu bağışlayayım.” (Buhari Sahih’inde Ebu Hureyre’den nakletmiştir)

 

  Sanki Allah Teâlâ dünya semasına iner, kullarına hitap eder, onları bağışlar ve rahmet eder. Kalplerine nur indirir, onlara tecelli eder. Böylece kullar hem mutlu olurlar, hem de mutlu ederler.
  Sözü çok uzatmak istemiyorum. Onu ancak tadan bilir. Ustalık çalışmakla elde edilir. Beytullah’da Allah’a yönelen kişi, kesinlikle kalbi Allah sevgisiyle dolmuş bir şekilde geri döner.
  Başka bir şey daha, Allah Azze ve Celle, Arafat’da meleklere karşı övünür ve der ki: “Kullarıma bakın, saçları başları dağılmış toz içinde bana geldiler. Siz şahit olun ben onları bağışladım.” İnsan Arafat’da gaflet halinde olamaz. Çünkü o gün Tıpkı Rasulullah (s.a.v.)’in buyurduğu gibi:

((أشرف يومٍ في السنة))

“Senenin en şerefli günüdür.”

Ayların en şereflisi de Ramazan’dır. Senenin en şerefli günü vakfe günü… Arafat’tır… Haftanın en yüce günü Cuma’dır. Cuma haftanın günlerinin en şereflisidir. Ramazan ayların en şereflisi, Arafat’da vakfe yapılan gün, tüm senenin en şerefli günüdür. Bu yüzden insan oraya gittiğinde, Arafat günü sanki Allah ile büyük buluşma günüdür…

﴿فَإِذَا أَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللَّهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدَاكُمْ ﴾

( سورة البقرة: من آية " 198 " )

“Arafat’tan ayrılıp (sel gibi Müzdelife’ye) akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin. Onu, size gösterdiği gibi zikredin.”

(Bakara 198)

  Size gösterdiği gibi. Hac ibadetleri çeşitlidir: Tavaf, sa’y, namaz, Arafat’da, Müzdelife’de vakfe yapmak, Cemreleri taşlamak (şeytan taşlamak), sayılan bu yerlerin hepsi Allah Teâlâ’nın O’na yaklaşmamız için sebep kıldığı yerlerdir. Cemreleri taşlamaya gittiğinde, değerli bir kardeşimiz bana sordu: “Vallahi ben daha önce hac yapmadım. Şeytan taşlamam tam olmadı. Bazı taşlarım ulaştı, bazıları ulaşmadı, bazıları büyük, bazıları küçüktü. Acaba kabul oldu mu?” Subhanallah! Aklıma bir şey geldi ve ben de ona şöyle dedim: “Aynı ağırlıkta taşlar seçsen, bu ağırlık da uygun olsa, şeytan taşlama yerinin önünde dursan, yüzde yüz şeri kurallara göre bu ibadetini yerine getirsen, her taşın da doğru yerine ulaşsa, sonunda ülkene dönsen, ama orada Allah’a isyan edecek günahlar işlesen, şeytan zafer kazanmış olur. İstediğin kadar şeytan taşlama ibadetini yerine getir, eğer günah işlersen şeytan galip gelir. Ama hacdan sonra da Allah’a itaat edersen, sen muzaffer olursun. Bu yüzden İmam Gazali diyor ki: “Şeytanın burnu ancak Allah’a itaatle sürtünür.”
  Şimdi eğer şeytanın burnunun onu taşlamadan sürtünmesini istiyorsanız, ülkenizdeyken Allah’a itaat edin. Burada iş bitmiştir. Yaşadığınız yerde Allah’a itaat etmeniz, şeytanın burnunun sürtünmesine sebep olur, Allah Teâlâ’nın laneti onun üzerinedir.
 Başka bir şey, İnsan şeytan taşladığı zaman, elde ettiği bu bilgiyle şeytana düşmanlık ettiğini hisseder. Elde edilen bu bilgi, şeytana düşman olmanızı, onu sizden, zihninizden, yolunuzdan, yaşamınızdan ve günlük işlerinizden uzaklaştırmanızı gerektirir. Size şundan başka bir şey söyleyemem: İhlâslı, samimi bir şekilde Kâbe-i Şerif’e giden, mikattan ihrama giren kişi, kendini kontrol altında tutan…

 

﴿فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّ ﴾

( سورة البقرة: من آية " 197 " )

“Artık hacda kadına yaklaşmak (ve benzeri davranışlar), fâsıklık (günaha sapmak), cedelleşmek (sürtüşmek, kavga etmek) yoktur.”

(Bakara Suresi: 197)

 Sa’y yapan, tavaf eden, namaz kılan, vakfe yapan, şeytan taşlayan, Mina’da ikamet eden kişi, bu kavramlar onun nispeten Allah’tan beklediği hidayet işaretleri olmalıdır. Hacdan sonra kişi Mescid-i Nebevi’ye yöneldiği zaman, orada da farklı duygular yaşar. Yani bu hidayet Rasulullah (s.a.v.)’in eliyle bize verilen bir yoldur.
  Cuma günü vaazında söylemiştim, Tabiinden olan Utbî Rasulullah’ın kabrine, hücresinin önüne gelmişti. Bir bedevi geldi ve Rasulullah (s.a.v.)’e selam verdi ve şöyle dedi: “Ben senin mesajı ulaştırdığına, emaneti yerine getirdiğine, ümmete nasihat ettiğine, çok üzüldüğüne, Allah için çabaladığına ve cihadın hakkını verdiğine şehadet ederim.” sonra da şöyle devam etti: “Ya Rasulallah, Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu işittim:

﴿وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً(64) ﴾

( سورة النساء )

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan günahlarının bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette Allah’ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı.”

“İşte ben sana geldim Ya Rasulallah, benim için Allah’tan bağışlanma dile!” dedi. Rivayet ediliyor ki bu Tabii Utbî’yi o anda bir uyuklama alıyor ve uyuyor. Rüyasında Rasulullah (s.a.v.)’i görüyor. Rasulullah ona şöyle diyor:

(( يا عُتبي الْحَقْ الأعرابيَّ ويشِّره أن الله قد غفر له ))

“Ey Utbî, git o bedeviye yetiş ve Allah’ın onu bağışladığını müjdele”

  İbn Kesir tefsirinde şu ayet hakkında şöyle diyor:

﴿وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً(64) ﴾

( سورة النساء )

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan günahlarının bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette Allah’ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı.”

  Bu ayet Rasulullah (s.a.v.)’in vefatından sonra da vardır, hayattayken de vardı, vefatından sonra da vardır. Her insanı dünya hayatı sıkar, dünyanın oyunları onu zayıflatır, bir şey onu korkutur, endişelendirir, bunları hisseden kişi Rasulullah (s.a.v.)’e gittiğinde, Peygamberimiz şu ayeti okurdu:

﴿وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً(64) ﴾

( سورة النساء )

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan günahlarının bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette Allah’ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı.”

Bahsedilen bedevi şu beyitleri okumuştu:

"Ovada defnedilmişlerin en hayırlısı!
Ovaları, tepeleri sardı kokusu,
Senin bulunduğun kabre canlar feda!
İffet, cömertlik, kerem hep orada."

  Bir çok insandan duyuyorum, Vallahi doğru söylüyorlar, çok şey onları endişelendirdiği, tedirgin ettiği zaman, Rasulullah (s.a.v.)’in kabrinin önüne gidip durduklarında ve bu ayeti okuduklarında, Allah Subhanehu ve Teâlâ onların sıkıntılarını, içlerindeki duyguları gideriyor.
 Bu kıssanın bir gerekçesi olarak, bazen bir baba çocuğu ile çocuğunun annesi arasında iyi ilişkiler kurmak istiyor. Çocuk babasından bir şey istediğinde, baba bu isteğin gerçekleşmesi için anneye karşı bu talebi destekliyor. Bu da anne ile oğlunun arasındaki güzel ilişkiyi geliştiriyor. İşte Allah Teâlâ bir insana sıkıntı verdiyse, bu kul Peygamberimizin kabri önünde durur, orada namaz kılar ve selam verir. Allah Teâlâ da Nebi için ona ikramda bulunur. Bu yüzden Rasulullah (s.a.v.) kendisi için şöyle buyurmuştu:

(( أنا حيٌ طري في قبري ))

“Ben kabrimde dipdiriyim.”

(( حياتي خيرٌ لكم ومماتي خيرٌ لكم ))

“Hayatım da, ölümüm de sizin için hayırdır.”

Mevcut Diller

Resmi Gizle